Sustu.
Sonra da yazdı hep.
Ergenlik dönemindeki buhranlarında da bu
böyleydi, 9 yaşındayken günlüklerine başladığında da.
20'sine geldiğindeyse hala aynıydı...
O zamanlar mahallede pek akranının
olmayışı böyle yapmıştı belki de onu. Ya da aylak adamlığındandı.
Arada sırada yakınsa da, o bu durumdan
memnundu ya da itiraf edemese de, memnun olduğuna kendisini ikna etmeye
çalışıyordu.
Karşılaştığı insanlar böyle yapmaya
itmişti onu belki de. Belki de koyduğu bu duvarlarla, onların kendisine daha az
zarar verebileceğini düşünüyordu.
Kısmen haklıydı da.
Artık insanlar tarafından daha az
inciniyordu, söyledikleri yalanları, vaat ettikleri boş hayalleri daha az
duyuyordu ve artık insanlar tarafından aldatılmıyordu ama duvarın arkasında tek başınaydı.
Bu tek başınalığın üstesinden gelebilmek
için de, oyuncaklarına, kitaplarına, resimlerine ve günlüklerine veriyordu
kendini.
Tüm bunların da mutlu olmak için yeterli
olmadığını o da anlıyordu.
Üstelik zaman geçtikçe de duvarın arkasından gelen bu hoş
kokuların sahibi olan çiçekleri merak ediyordu.
Belki de yanılıyordu, belki de şimdi tam mevsimidir dedi.
Yolunun üzerindeki çiçekleri koklayarak
ilerledi, ilerledi, ilerledi.
Kimisi kokusuyla başını döndürdü, kimisinin
üzerindeki dikenleri görüp uzaklaştı, kimisiyse çok sonradan zehrinin tesirini
gösterdi.
Ama şu vardı ki, Bu denli güzellikler nasıl böyle bir aldatmaca
içerisine girebilirdi ki?
Üstelik onları sadece koklamak, güzelliğini onlara anlatmak
isteyen, incinir diye dokunmaya bile kıyamayan birine,
Nasıl bu denli zarar verebilirdiler?
Verebilirdiler. Hatta öyle çok zarar verebildiler ki.
Kuşlar sustu.
Bülbüller, güllere küstü.
Kalemler yazmadı bir daha.
Çiçekleri sevmekten de vazgeçti zaten.
Haline acıyan duvarlar da gardı
oluverdi yeniden
Yorumlar
Yorum Gönder