Öğretmenler bir çocuğun hayatının şekillenmesinde son derece önemli kişiler bence ama ne yazık ki, bir çoğunu tenzih ederek söylemeliyim ki, çoğu öğretmen hayat gayesinin vermiş olduğu yükle bu rollerini unutuyorlar ve adeta sıradan bir devlet memuruymuşcasına mesai saatlerinin bitip eve gidip bir an evvel okuldan uzaklaşmak derdinde oluyorlar. Ve bu sırada da karşılarına gelen öğrencilerin hayatına dokunabilme fırsatını kaçırıyorlar.
Mesela arada aklıma geliyor ilkokul dönemimdeki hocalarım ve bana karşı tutumları aradan 12 yıl geçse bile hala aklımdalar.
Bir keresinde dersteyiz ve benim de aklıma bir fikir gelmiş. Yıl sonunda tiyatro oyunu yapmak istiyorum arkadaşlarımla. Bunun için de bir tiyatro metni gerekli ve ben de eve geldiğimde heyecanla sınıftaki rol vereceğim arkadaşlarıma göre diyaloglar yazıyorum defterime. Ertesi günde bakın bunları yazdım, sen bu rolde oynar mısın diyorum, al oku metnini diye defteri veriyorum teneffüste. Sonra bir bakmışım derste elden ele defter dolaşıyor, herkes kendi rolündeki metni sırayla okuyor.
Derken öğretmenimiz haklı olarak dersin bölünmesine sinirleniyor ve kızarak, defteri getir o ne elindeki diye arkadaşımı azarlıyor. Arkadaşımda tiyatro öğretmenim diyor, Aysun yazıyordu biz de okumak için almıştık defteri diye ekliyor. Öğretmenimiz de deftere şöyle bir bakıp bunlarla uğraşacağınıza derslerinize çalışın diye hepimize kızıyor. Ve ben de bir suç işlemişcesine defterime yazdığım o sayfaları yırtıp atıyorum.
Tüm bunlarsa henüz ilkokul ikinci sınıftayken vuku buluyor. Henüz 8 yaşındaki çocukların tiyatro hevesleri, bir öğretmenin tutumuyla yok olup gidiyor.
Gel bakalım deyip teneffüste yanına çağırıp, destek vereceği, bu konuda başka öğretmenlerden destek alabilmem için yönlendirebileceği halde, tüm içimdeki hevesi oracıkta öldürüyor.
Bir başka zaman da, ilkokul üçüncü sınıftayken okulumuzda satranç kursları başlayacaktı. Gönüllü olarak bir hoca ders dışı saatlerde kurs verecekti. Sınıf öğretmenimiz satranç bilen var mı diye sordu sınıfa girer girmez. Ben ve ismi Samet olan bir arkadaşım el kaldırmıştı. Tabii ben evde babamla satranç tahtasında oynadığım damayı satranç sanarak el kaldırmıştım. Neyse öğretmenimiz bilip bilmediğimizi anlamak için at nasıl gider diye sordu. Samet L şeklinde diye cevapladı. Bense boş boş bakarak, beni almayacaklar galiba diye içimden geçiriyordum. Neyse ki içimdeki hevesimi anlayarak, cevap veremesem bile beni de seçti öğretmenim. Ve kurslara heyecanla başladım. Defter tutuyordum hatta anlatılanlarla ilgili. İlerleyen zamanlarda da satranç turnuvalarına katılacaktık. Fakat Babamın işi dolayısıyla okulumdan ayrılmak zorundaydım ve satranç maceramı da orada bırakmak zorunda kaldım.
Anlattığım bu iki olaydaki öğretmen de aynı kişi. Birinde içimdeki heyecanı, öğrenme isteğimi görerek destek verirken, birinde de tek derdi o an dersi işleyip bitirmek olduğu için belki de, gözlerimdeki o heyecanı göremiyor.
Bilmiyorum o gün öğretmenim tiyatro metnim konusunda destek verseydi ne olurdu. Mükemmel bir oyunu geçtim belki saçma sapan bir şey ortaya çıkaracaktım ve hatta belki de ben bile vazgeçecektim sonradan, sıkılıp. Ama en azından denemek gerekirdi, belki ben değil de tiyatroya çok yetenekli ve ileride bu konuda çok başarılı olabilecek bir çocuk da o gün o sırada oturabilirdi. Böyle yaparak, böyle değerlerimizin gelişmesinin önüne geçmek gözardı edilemeyecek derecede önemli bir sorun bence.
O yüzden öğretmenler sınıfa girdiklerinde, hayatta olan sıkıntılarını bir kenara bırakıp yüzde yüz olarak kendilerini çocuklara adamalılar. Çünkü hepimizin geleceği onların elinden geçiyor ve bilmeyerek yaptıkları bir davranış, bir söylem bile çocukların hafızalarında çok önemli yer edebiliyor. Ve hatta ileriki hayatlarında bile bu davranış ve söylemlerin etkisinde kalabiliyorlar.
Yorumlar
Yorum Gönder