Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Masumiyeti Kaybetmek

Benim için tekabül eden zaman olarak 15 yaşıma denk gelmektedir. ve masumiyetimi kaybettiğimi anlamama vesile olan da gördüğüm enteresan rüyamdır. Kazandığım anadolu lisesi evimizden uzakta olduğu için servis ile gidip gelirdim. ilçe çıkışlarında ve girişlerinde olmak üzere de iki tane toplu mezarlığa denk gelirdim. İstisnasız her gün, gidiş gelişlerde de aksatmamak üzere, tüm vefat edenler için dua eder, onlar için mağfiret diler, 3 fatiha ve 1 de ihlas surelerini okurdum. ellerimi de gizli gizli açardım etrafımda dikkat çekmemek için. dua bitiminde ellerimi yüzüme götürürken sanki yüzümü  ovuşturuyormuşum sansınlar diye de özen gösterirdim. Bir gece rüyamda, mezarlıkta bulunan beyaz renkte ve yemin ederim ki, şekliyle bile hala hatırımda olan bir varlık gördüm. Servisle giderken ona el sallıyordum, dualarıma devam etmemi istiyor ve bana teşekkür ediyordu. diğerleri başka şeylerle ilgilenirken ben başımı çevirmiş ona bakıyordum ve gülümsüyordum. aynı şekil...

Duvarlar

Sustu. Sonra da yazdı hep. Ergenlik dönemindeki buhranlarında da bu böyleydi, 9 yaşındayken günlüklerine başladığında da. 20'sine geldiğindeyse hala aynıydı... O zamanlar mahallede pek akranının olmayışı böyle yapmıştı belki de onu. Ya da aylak adamlığındandı.  Arada sırada yakınsa da, o bu durumdan memnundu ya da itiraf edemese de, memnun olduğuna kendisini ikna etmeye çalışıyordu. Karşılaştığı insanlar böyle yapmaya itmişti onu belki de. Belki de koyduğu bu duvarlarla, onların kendisine daha az zarar verebileceğini düşünüyordu. Kısmen haklıydı da. Artık insanlar tarafından daha az inciniyordu, söyledikleri yalanları, vaat ettikleri boş hayalleri daha az duyuyordu ve artık insanlar tarafından aldatılmıyordu ama duvarın arkasında tek   başınaydı . Bu tek başınalığın üstesinden gelebilmek için de, oyuncaklarına, kitaplarına, resimlerine ve günlüklerine veriyordu kendini. Tüm bunların da mutlu olmak için yeterli olmadığını o da anlıyordu. ...

Kendinle Kalırsın

İzlemek için sonraya sakladığım filmlerdendi Forrest Gump. Ve bugün de ancak sıra gelebildi ona. Filmin bir sahnesinde, çözümleyemediği dertlerindenden sonra, içinden birdenbire gelen koşma isteğiyle dünyayı turlarken buluyordu kendini. Ben de sıkıntımın olduğu zamanlarda, birilerinden çok beni benim anlayacağımı düşündüğüm için hemen kendimle randevulaşırım. Bu randevularımda, kendimle muhakememi yaparken diğer insanları gözlemlemeyi de çok severim. Hasılı kelam, en iyi fırsat da tempolu yürüyüşlerim oluyor. Kalabalık caddelerden geçerken başka, tenha dar sokaklardan geçerken başka insanlar, başka başka düşünceler. Sonuysa hep aynı. Hep kendinle kalma'ya çıkan yollar... O caddelerden, o sokaklardan kimi zaman hüzünle, kimi zaman sevinçle, kimi zaman umutla da geçsek, hep kendimizle kalıyoruz. Umutlarımızı, hayallerimizi birileri üzerinde bırakmamak gerek. Bir gün onların da o başka insanlardan olabileceği ihtimalini unutmamak gerek. Ve onlar başka insanla...

Oje

buz mavisi rengindeki ojemi fark ettim az evvel. uzun zamandır kullanmamaktan mütevellit arka köşelerde kalıvermiş. beğenerek almıştım halbuki. ama nedense sonradan bir tuhaf gelmeye başladı rengi. sıkıldığımı düşündüğüm, hatta niye almışım ki bu rengi diye söylendiğim anlar oldu. pişman oldum ve yalnız bıraktım onu. yine de atmaya kıyamadım, eski yaşanmışlıklarımızın hatırına. ondan vazgeçtiğimi sandığım zamanlarda, karşılaştığım farklı tonlardaki mavi ojelerimi alırken onu unutmaya başladığımı hatırlıyordum. şimdi de uzun zamandır sürmediğim tırnaklarıma yeniden sürmek istedim ojelerimi. hangisini sürsem derken, kenarda kıyıda kalan, az kullandıklarımdan süreyim de ziyan olmasın istedim. derken bizim buz mavisi takıldı gözüme. iyi dedim, kullanayım da bitsin. tırnaklarımın üzerine fırçayı ilk sürdüğüm ana kadar hala endişe vardı. ya beğenmezsem? aman canım siliveririm gider diye düşündüm. derken ilk katı sürmeyi bitirdim, hala bir memnuniyetsizlik ol...

Solsun Güneş...

O batarken, ben ona dokunabilmeyi düşledim. Ne kadar güzel olduğunu haykırırken üzerimden geçen kuşları bile imrendirebilmeyi... Ve bu güzelliği avuçlarımda  hissedebilmeyi...  Ve o batışı kalbimdeki hisle mukayese edebilmeyi... Sahi o da yakar mıydı ellerimi? Uzaktan böyle göz kamaştırıcı bakarken, dokunduğumda acı verebilir miydi?   Her dokunuş, her batış acıtır mıydı? Ya da her doğuşta sahiden keramet var mıydı? Neyse boşver kerameti. Niyetim o da değildi zaten. Ben sadece istiyordum. Ona dokunamayacağımı bildiğim halde, çocuksu ve şiddetli bir istekle...  O batmadan en azından daha yakın olabilirim diye,  ayaklarımın kum içinde kalmasına aldırmadan, kumsalda koşuşum da bu yüzdendi. Saçlarımın karışmasına aldırmayışım da.   Belki onun başka bir nedeni de vardı. Aslında bu saçlarımın birbirlerine karışmış hallerine inceden inceye bir hüsnü teşbih vardi kafamda. Onlar gibi karışabilmeye olan özlem belki de.  Ama bu rüzgarın ...

Tuhaf!

Ne dinleyebildiğim şarkılar, ne izleyebildiğim filmler var bu ara tam manasıyla. Kitap bile okuyamaz oldum. Zar zor bitirebildiklerimi saymazsam. Derslerime de yoğunlaşamıyorum zaten. O kadar çok şey var ki kafamı meşgul eden. Ve bu meşguliyetleriyle hayatımı mahveden. Üstelik onlardan kurtulabilmemin tek çaresi de yine düşünmek. Erteleyemediğim, kafamın içini kemiren bu düşüncelerle nasıl baş ederim bilemiyorum. Zaten yılların verdiği bu ertelemenin tam da bir patlama evresini yaşıyorum içimde. Hal böyleyken diğer tüm meşgaleler olmayıveriyor. Atlatabileceğimi düşündüğüm, atlatabileceğim günlerin geleceğini de beklediğim için yazmalıyım ki, bu dönemlerimi unutmayayım diyorum. Bunun için mesela arada mektup da yolluyorum kendime, bu içsel yazışmalarım yetmezmiş gibi. Yazdığım mektuplardan biri var mesela 2016'ya kadar ölmezsem, almayı beklediğim. "Beklediğim" demişken zaten kilit kelime de bu sanırım. Hem umut vaad edip, mutlu eden, hem de bir ...

Hava'dan Su'dan

Yazmalı dedim. Kalbime sığmayanların taşıp gitmesine izin vermeden, unutmadan yazmalı. Nasıl yazdım acaba kaygısını düşünmeden. Bırakayım da taşsınlar satırlara. Bırakayım da onlar karar versin nasıl şekil alacaklarına dedim. Dedim ve geliverdim buraya. *** Hava ne güzel. Dünden sonra nasıl da becerebildi ki bu kadar güzel olabilmeyi. İnsan da böyle olabilir mi, o şiddetli yağmurlarının üzerine?

Bir Bilinçaltı Kusmuğu

Orta yaslarda bir kirtasiye sahibi ve etraflica bakinip kararsiz kaldigim dukkani.  Yine defterimi degistirmeye gelmistim. Bir turlu begenemeyip yazmaya baslayamadigim defterimi. Dukkanda musteri kalmayana dek incelemistim tum cesitlerini. Halimi anlayan, ama neden bir degistirme işlemi için bile bu kadar yardim sever olduğunu anlayamadigim bu adama hayran kalmistim. Sonra farkli renkte, boyutta, kalinlikta tum defterlere ilisti gozum. Hangisine karar vermeliyim derken renkli bolmelere ayrilmis olan defterin benim icin daha kolaylik saglayacagini belirtti kırtasiye sahibi. Elimdeki defterse uzerime tam uymustu ve derken bana karisivermisti. Onun bir anda nereye gidiverdigini simdi anliyordum.  Dukkandan ayrildim ve hemen onundeki o ucsuz bucaksiz okyanusu henüz fark ettim. Okyanusu asmak geldi icimden. Ve bir anda oluverdi icimdeki bu istek. Uzerimdeki elbisenin askilarini kavradi ell...

Deniz

yüzme bilmediğim halde boyumu aşan bir derinlikte karadenizin yükselen dalgalarına rağmen sadece ona sarılmaktı güven ve her halükarda oradan sağ salim çıkacağımı bilmekti. şimdilerdeyse az bulabildiğim çoğu kez yitirdiğim bu duyguyu beyhude bir çabayla başka insanlarda arayıp, bulamayınca da yalnızlık diye afillendirmekti belki de. belki de yanlış bir denizde, yanlış kişilere sarılıyor olmaktı sorun. sorun belki de bendim hala. çünkü ben bu yaşıma rağmen hala yüzmeyi bilmiyordum. ve bu yüzden alışamamışım bir türlü yükselen dalgalara... alışamadığım yükselen dalgaların yanı sıra dokunamadığım uzaklıklardaki dubalarsa aşmamam gereken engellerdi, hayatımın sarı çizgileriydi, ben başka denizler görmek isterken ve onlardan ötesi yoktu bana. oysa onlardan olmak, öteki olmak o kadar yakındı ki bana. şimdiyse kulaç atmayı becermiş gibiydim yalnız kalmak zorunda olunca. bedenime ahtapot misali doladığım kulaçlarımla bazen batmayı, nefessiz kal...

Bi'çare

 Bir tek ölüme çare yok dediler. Peki ya olumse tek care? Sonra zamanla unutursun daha nelerini göreceksin dediler. Guzel günler görecegini vaadettiler.  Oysa kasttettiklerinin gununu gormek oldugu aklina bile gelmemişti. Daha da sonra, akli da terk etti onu bir daha gelmemek üzere.

Fasıla

Hani radyoda bir şarkının giriş müziğini duyarsın. Hoşuna gider, tanıdık gelir, derken ritim tutmaya başlarsın. Tam kendini vermişken müziğe bir işin çıkar, ayrılmak zorunda kalırsın oradan kısa bir süreliğine. Ya da yayında geçici bir süreliğine aksama olur, frekanslarda bir sorun olur ama sonra çözülür de tekrardan çalmaya devam eder hani. İşte o geri döndüğündeyse aklında kalan ezgilerden devam etmeyi umarsın sonra. Bazen o kadar şanslısındır ki tam da devamına uygun bir yerden eşlik edersin. Sanki senin için yazılmış bir beste gibi. Sanki o boşluğu biliyormuş da, sen mahrum kalma diye geleceğin zamana kadar beklemiş gibi. Bazense kaçırmış olursun. Bir türlü tutmaz dilindekilerle çalınanlar. Sen ne kadar devam ettirmek istesen de, hızlansan da, yetişemezsin. Üstelik bu sefer de o tadını alamazsın. Geç kaldığını kabul edip, sessizce bitişini dinlemek gerekir bazen, keyfin kaçsa da. Bazense sen döndüğünde bambaşka bir şarkı almıştır onun yerini. Belki daha fa...

Metamorfoz

Şüphelerim var. Acabalarım... Biraz da yanılıyor muyum endişesinden kaynaklanan sorgulamalarım.. Bazense korktuğum sorgulamalarım. Bildiklerimi sil baştan alacak olmamdan, Alışkanlığa dönüşmüş eylemlerimden ayrılmaktan. Biraz cesaretsizlikten, biraz da dogmalarla örülmüş bir kozada çırpınıyor olmamdan... Ve bu yüzden, söyleyemediğim düşünceler... Halbuki söylemekten korktuğum düşünceleri gün gelir düşünmekten de korkarım değil mi? Ve o zaman, bu korkak tırtılın kozasından çıkıp, uçabilmesi nasıl mümkün olur ki?

Lades!

Tatminsizlikten öte, geride bıraktıklarımdan dolayı böyle hissediyorum. Geride bıraktığım kırıklıklarım, kırgınlıklarım... *** Saçlarımı 6 yaşına kadar kestirmemişti annem. Bebeklikten beri olan haliyleydi. Şimdiki gibi hep uzun olsun ister saçlarımı. Aslında  kesilmesini hiç istemez. Kızının saçlarının kesilmesini, kırılmasını... *** Birinci sınıfa başlayacak olmamdan mütevellit, kısa saçlarıma kavuşmam gerekiyordu artık. Hayatımda hiç makas değmemiş saçlarım için ise endişeliydim. "Anne, canımı çok yakmaz değil mi? Kesilirken çok yanacak mı yoksa canım?" demiştim. Gülümsemişti annem. "Hayır, korkma canın yanmayacak" diye eklemişti. Halbuki ben tatmin olamamıştım bu cevaptan. Sonuçta o da benim bir parçamdı ve benden ayrılırken canımın yanması gerekmez miydi? *** Boynuma pelerini geçirdikten sonra, sandalyenin yüksekliğini ayarladı kuaför. Makası elinde görünce gözlerim doldu, dudaklarım büzüldü. Kuafördeki teyzeler gülmeye başladılar, korkumu a...

Sen Kimsin?

Kimilerinin gözünde yer bile edinememiş, itici, kötü, bencil, soğuk ve sayamadığım nice olumsuzluklarla tanınan birisin belki de. Belki de birilerinin hayatında bir sürü güzelliğin kök verme nedenisin. Hatta ve hatta kahramanısın onun. Güvendiği, sevdiği, fedakar gördüğü... Birilerini boşver. Söylesene şimdi sen hangisisin?

Beş'er Hayaller

İlkokul 5.sınıfta oluyorum kimi zaman. Elimde bir hatıra defteri. Cam kenarı, önden 3.sıradayım. "Kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için" diye başlayan, sakın beni unutma diye biten cümleler... Ya benim için yazılmış satırlar, ya da benim arkadaşlarım için yazdığım satırlar oluyor elimde. İlerisi için hayaller kuruyoruz, sözler veriyoruz birbirimize... Kurduğum o hayallerden sonra ben nerede olurum acaba sorusu geliyor aklıma. Farkında olmadan, o işe alınırken yöneltilen sorulardan soruyorum. Sanki kendimi hayata alabilmem için gerekliymişçesine. Beş yıl sonra diyorum,  Beş yıl sonra nerede görüyorum kendimi? Düşünüyorum Hep iyi yerler, iyi insanlar hayal ediyorum. Hayallerde kötüler olmaz çünkü. Kötülerin olmadığı tek yerdir hayaller...

Bu da Geçer Yâ Hû

   Akşam yemeği için okulun yemekhanesindeydim. Yemek kalmaz endişesiyle alelacele koridorda ilerlerken panodaki yazı gözüme takıldı. Geri döndüm, biraz geçtikten sonra.  Algıda seçicilikten miydi yoksa başka bir adı mı vardı denk gelmemin nedeni bilemiyorum. Yakın zamanda önem verdiğim birinden duymuş olmamdı belki de o cümlenin aklıma takılması. Üstelik yönetmenin adı da onu anımsatmıştı bana. Üstün körü bakıvermiştim. Nasılsa yemekten sonra detaylıca bakarım diye düşünüyordum. Yemeğimi yedikten sonra afişi incelediğimde saat 18.40'dı. Tiyatroysa bu akşam ve 19.00'daydı. Cebimdeyse son nakit param kalmıştı. Gidip gitmemekte biraz düşündüm. Üstelik zaman açısından da çabuk olmalıydım çünkü daha yurda dönecek ve 12-13 dk'lık bir mesafeyi yürümem gerekecekti tek başıma. Yurda geldim, çantamı, atkımı  kaptığım gibi koşarak çıktım. Tok karnına koşmaksa son derce yorucu olmasına rağmen acele etmeye devam ettim. Biletim bile yokken gidiyordum. Belki de tükenmi...

Mum Çiçeğinin Hikayesi

Heyecanla alınan çiçekçiden sonra, vardığı evde kokusunun en güzel halini sunacağına dair söz vermişti ona. Yıldız yıldız açacaktı, özünün en tatlı halini verecekti çiçeklerine... Sahibinin heyecanını öyle hissediyordu ki mum çiçeği... Sözünü tutmamak olmazdı bu heyecana, bu kalp çarpıntılarına karşı... Daha çiçekçiden çıkar çıkmaz ilk şarkılarını duymaya başlamıştı bile yapraklarında... Sanki çıkan sesinin tınısını yapraklarından köklerine kadar ulaştırabilmek istiyordu elinde olduğu sahibi... Öyle içten söylüyordu ki şarkılarını sanki bir daha ki çiçek açışında ezgiler de çıkıversin yapraklarından istiyordu...O en güzel ezgileri o da duysun... Varacağı evde dallarıyla saracaktı tüm evi...  Öyle demişti sahibi. Çiçekleri solsa bile aynı daldan tekrardan verecekti bir sonraki açışında... O ne zaman üzülse en güzel kokusuyla tekrar tebessüm ettirecekti onun yüzünü... Uzun uzun yolculuklara çıkaracaktı onu...

Ben Ölmeden Önce

Belki de ölmüştük biz. Yaşadığımızı sanıyorduk nefes alış verişlerimize kanarak. *** Belki  mahalledeki o çocuklardı katilin...  Seninle alay ettiklerinde, onlara karşı susup, sesini çıkarmadığın zaman ölmüştün zaten. Ölmüştün ve o içindeki kin sarıvermişti benliğini, sonraları... Sonra sen büyüdüğünü sanırken, onu büyütmüştün insanlara karşı. Ya da senin ölüm sebebin, cevap alamadığın ama cevabını bildiğin cümlelerdi, ondan bir türlü duyamadığın... Beklediğin... Ümit ettiğin... Belki de sevdiğin kadının...Tutulduğun o adamın... Belki de kendine söyleyemediğin cümlelerdi senin katilin... Sen söyleyemedikçe, içinden çıkmak için çırpınan, tırmalayan, kanatan cümlelerin... Bir sürü düşünü de harcayan cümlelerdi onlar... Çıkamadıkça, o hayalleri birer birer silen cümleler... Oysa silindiğini sandığın o hayallerin, onun bir lafıyla yeniden yeşereceğine o kadar emindin ki.... Belki sözcüklere bile gerek yoktu senin yeniden doğabilmen için. ...

İhtimaller

Dolmadan taşmadan yazamıyorum. Sanki o an yazmazsam içimden dökülenler boşa gidecekmiş gibi oluyor. Göz yaşlarım boşa... İnsan en çok mutlu olma ihtimali olduğu anları kaçırdığı için üzülürmüş ya sanırım bu üzüntülerim de hep bu ihtimallerden...

Yenilgileri Kabul Edebilmek

 Olumsuzluklarımla başa çıkamadığım zaman, görmezden gelemeyen, sürekli onları düşünüp gereksiz  yere tasalanan insanlardanım.  Sanki o sorunu düşünmezsem, sorumsuz, vurdum duymaz bir karaktere bürünecekmişim gibi geliyor.. Halbuki sorunu düşündüğüm gibi çözümü için de bir şeyler düşünsem pekala sorun kalmayacak ama, bende öyle olmuyor işte. Düşündükçe kararıyor içim... Karardıkça bunalıyorum ve o karanlık, diğer işlerime de gölge olmaya başlıyor, onlar da aksıyor ve derken böyle bir fasit dairede buluyorum kendimi... Bu evrede kendimi motive edemiyorum. Birinin söylediği söz, benim düşüncelerimden çok daha değerli bir hal alıyor... Okuyamıyorum, izleyemiyorum, dinleyemiyorum, düşünemiyorum, içimdekileri aktaramıyorum... Sanki öylece yığılmış gibiler içimdekiler, şekillendiremiyorum. Cümlelerim seyrekleşiyor... Tek odağım o oluyor, mutsuzlaşıyorum... Mizacımın zayıflığından mı yoksa çok şükür ki dediğim, yaşamadığım hayal kırıklıklarını, yaşamaktan korktuğumda...

Kasım Bitmeden

                 Gel sevgili... Şairler gibi aforizmalarla süslemeyi isterdim ama samimi olalım onlar bir yana dursun şimdilik :) Şaka bir yana sweet nowember akımı ile dalga geçe geçe bana bir haller oldu. Ayıpladığı şey başına gelmeden ölmezmiş ya insan, işte sanırım öyle bir şey söz konusu. Ama bir dk ben aşkı ayıplamamıştım ki? Tüh keşke ayıplasaydım diye zekice bir fikir geçmedi değil tam da şu an :) Geçen arkadaşlarımla gittiğimiz Duman ve Multitap konseri için üzerime giydirilen ufak bir rol için canlandırdığım hikayedeki hayali sevgiliyi düşler oldum, düşününce mutlu, şarkılarla daha bir manidar... Tüm bunlar bir yana bugün bende bir haller var, bugün bende bir mutluluk.. Hissediyorum bi'şeyler olacak ya da olmayacak mı yoksa, neyse bilemem ama iyi şeyler umuyorum, hissediyorum çünkü  ben anlarım  ;) Ben anlarım diyor Multitap, ne de güzel anlatıyor sözlerinde değil mi?  Bazen ihtiyacımız olan tek şeyin bizi ...

Söyle Bana

Çoğu zaman, dayanamam ayrılıklara Bitmesin isterim, kimi zaman nedensiz de olsa, kimi zaman aksaklıklar da olsa devam etsin isterim. Alışkanlıklarından, gerçekten sevdiklerinden kolaylıkla vazgeçebilen biri değilimdir. Bırakmak istemem, hep benim olsunlar, benimle olsunlar isterim. Ama alışmak lazım değil mi? Hepsi biter, herkes gider... Sen tüm kalbini açmışken, hazırlamışken, alışmış, bağlanmışken üstelik..

O

En heyecanlı yerinde yarım kalan filmler, dinlemeye doyamamışken biten şarkılar... Hiç bitmesin dediğimiz, sanki o anda atmosferin en üst katmanında, tüm her şeyden uzakta en mutlu insan olduğunuzu düşündüğünüz, hissettiğimiz zamanlar... Tüm olumsuzluklara nasılsa geçer, nasılsa birazdan eskisi gibi devam eder, nasılsa mutlulukla geçirdiğimiz dakikaların tekrarı başlar diye umduğumuz anlar... O ümitle bekleyerek, yarım kalan, onsuz kalan hayatımızın s'onsuzlaşması. İçimizde bir yerlerde kalmış uktelerin yarattığı burukluğun bir şekilde silinebileceği düşüncesi... Oysaki hiç silinmemesi, unutulmaması... Eksildiğini yada sona doğru yaklaştığını düşünürken, tadının azaldığını sandığımız o kekremsi acının, beklenmedik zamanlarda, beklenmedik anlarda tekrardan belirivermesi, ben gitmedim hep burdaydım, buradayım diye karşınıza dikilivermesi... Kalbinizin tam ortasında yaktığını bildiğiniz halde orada durmasına izin verdiğiniz ateş... Üstelik söndürebilecek iradeniz varken ...

Kanaatkârlık

 Gerek kapitalist sistemin bizi içine çekmesinden, gerekse kişisel hırslarımızın esiri olmaktan ötürü elimizdekilerle yetinemiyoruz bir türlü. Teknolojinin bize sunduğu ürünlerde bile her zaman bir üst seviyedekini elde etmeye çalışıyoruz. İhtiyacımız olandan fazlasını istiyor, lüzumsuz isteklerimizin peşinden koşuyoruz bir ömür. Bu isteklerimizi tatmin edebilme imkanımızın olmadığını unutarak üstelik. Bu zaman zarfındaysa, ne kadarına sahip olursak olalım hep daha fazlasını elde etmeye çalışarak tükeniyoruz, tükettiğimizi zannederken.. Bizim için yeterli olanlara şükredebilmeyi, yetinebilmeyi öğrenemiyoruz özellikle yeni nesil olarak. .Geçmişe  baktığımızda 30-40  yıldır birlikte olan çiftlerde, onların tokgözlülüğünü, bencillliklerinden sıyrılıp bir olup, sorunlarına "biz" olarak yaklaşıp, sahip oldukları az şeylerle bile nasıl da  göğüs gerdiklerini görüyoruz. Aslında günümüz ilişkilerinin de temel sorununu fark ediyoruz burada. Kadın erkek ...

Düşündükçe Bazen...

  Her geçen gün biraz daha biriken, bazen korktuğum, bazen kendime bile söylemeye cesaret edemediğim karmaşık duygularımın içerisinde kaybolurken buluyorum kendimi. Yazamadığım, dilime düşüremeden aklımla kalbim arasında gidip gelen bir tünelde sıkışmış gibiyim... Ve bazen bu tüneldeki rayların ayrıldığını, farklı sapaklarla, kimi zaman tercihlerimle kimi zaman istemdışı şekillerle, farklı yerlere taşındığımı hisseder gibiyim. Üstelik henüz hangisinin içime sinip, hangisinin beni mutlu edeceğinden emin olamamış, bu raylarda seyahati seçip seçmeme hakkım tanınmamışken... Kurmak istediğim hayatımın neresinde olduğum, ne kadar yön verebildiğim konusundaki endişelerim.. Bitmeyen hayat sorgularım, anlamlandıramadıklarım... Yapmak istediklerim, hırslarım, çelişkilerim, hatalarım, tembelliklerim, başarısızlıklarım, ümitlerim, vazgeçişlerim ve şimdiye dek duymazlıktan geldiğim, dinlemeye fırsat dahi vermediğim değişen kalp atışlarım... Yolun nereye varacak olmasından çok, yaptı...

17 Ağustos

      Nasılsa o gece de yatıp ertesi gece yeni bir güne uyanacaktık. O kadar emindik ki ölmeyecekmiş gibi yaşamaya, o kadar alışmıştık ki.... Üzdüğümüz insanlara kendimizi affettirebilmek için nasılsa zamanımız vardı. Ya da hırslarımız uğruna harcayabileceğimiz koca bir ömür vardı biçtiğimiz.. Ama o gece, diğerlerinden farklı olmuştu bu kez. Uyandığımızda eskisi gibi değildi hepimiz için herşey... ****** Kalk kızım demişti annem. Depremin sesinden, yada insanların çığlıklarından irkilerek uyanmayayım diye yapmıştı belli ki. Ne oluyor anne diye sordum. sahi saat kaçtı ki, hem annem ne diye uyandırmıştı beni? "Deprem oluyor kızım, ama telaşlanma ben iyiyim" dedi.  "Babam dedim babam nerede?" "Sakin ol kızım o da iyi" dedi. "Hadi kalk da bir an evvel çıkalım evden..." ******* 6 yaşındaydım. Üç katlı bir evin giriş katında kirada kalıyorduk.Bahçesindeyse dokunmamın yada koparmamın yasak olduğu meyve ağaçları ve çiçekle...

aşık olmak

Olmadım blogcum hem de hiç... kalbim hiç yerinden çıkacakmış gibi olmadı o kitaplarda anlattıkları gibi. ya da onu düşünmeden geçmeyen zamanlarım olmadı hiç. midemde kelebekler falan da uçuşmadı. sanırım ben de bir anormallik var. anormalliğimin yanı sıra nasıl olmadım, oldum da ben mi bilmiyorum yada fark etmeden falan mı aşık oldum bilmiyorum, anlamıyorum. filmlerden şarkılardan bildiğim tüm her şey... onun haricinde aşk dediklerinde zerre bir şey gelmiyor aklıma. düşünüyorum insan bilmediği, tatmadığı bir duygunun eksikliğini yaşar mı diye, acaba bu filmler, şarkılar, sokakta gördüğüm tutku dolu gözlerle birbirine bakan, birbirini arzulayan insanları bilmeseydim de, ben yine aşık olamadığım için üzülür müydüm?  aşk diye bir olgunun varlığına nasıl kanaat getirebilirdim ki? gerçekten merak ediyorum...

Ben Küçükken...

Yalnızlıktan yakınırdım küçükken... Bencildim çünkü biraz. Paylaşmazdım oyuncaklarımı falan. Oyunlarda hep ben kazanmalıydım, mesela dayanamazdım kaybetmeye, oturur ağlardım. Cimriydim de, defterime yazmaya en üstten ve hani kırmızı çizgi olurdu ya paragraf yapabilmek için, işte ben hep o kırmızı çizginin içinden başlardım. Herkesle arkadaş da olamazdım.Çünkü pek çekilir bir arkadaş değildim açıkçası.Verdiğim ucu ertesi gün almak isterdim yada kalan 50 kuruşumu alabilmeliydim arkadaşımdan muhakkak. Gel zaman git zaman yalnız kaldım sonra pek arkadaşım olmadı tabii. 5-6 arkadaşım vardı samimi olduğum onlar da bilirlerdi benim huyumu zaten. Verdiğim uçları, not kağıtlarını falan dün senden ödünç almıştım diye masama getirir verirlerdi ve içimde işte o zaman inanılmaz bir rahatlama olurdu. Dışarıya çıkmayı da sevmezdim evdeydim hep yaz tatillerinde. Yaz tatili kitabımı yaz başlamadan bitirdiğimden canım sıkılmaya başlardı. El atarimi oynar,kitap okur,evcilik oynardım kendi kendim...

Merhabalar Sevgili İnsanlar Merhaba :)

Çok ara verdim halbuki düzenli yazıcam diye başlamıştık değil mi? Erteledikçe erteledim ve eksik kaldı buralar hep. Çok düşündüm, gerçekten emek vererek yazayım diye ama gerçekten zaman aldılar ve hala bitmiş değiller yazılarım, tez zamanda bitirebilirim umarım. Neyse anlatılacak çok şey var aklımda olan kesik kesik çok şey ve böyle şeyler geldikçe heyecanım daha da bir artıyor hemen bir kağıt kalem bulup yazasım geliyor. Sonrada yapmam gereken dersler aklıma geliyor ve velhasıl yarım kalıyor yazılanlar.

Yol

 Tenha bir  saatte guguk kuşlarının eşliğinde, üzerine bastığım kurumuş yaprakların hışırtılarıyla ilerliyordum..Gökyüzünde gün ağaracağının haberini vermek üzere mavimsi çizgileriyle şafak belirmek üzereydi.Ilık esen rüzgarın getirdiği deniz kokusuyla ormandan denize ulaşabilme ihtimallerimi hesaplamak için etrafımı detaylıca gözlemlemeye başlamıştım.  Nereye gittiğimin farkında olmadan.Sahi nereye gidiyordum amacım neydi ki düşmüştüm bu yola? Yola nereden başladığımın farkında da değildim üstelik ama bunu bilmiyor olmam bu yolun başının olduğu gerçeğini değiştirmezdi ki. Elbet bir başlangıcı olmalıydı bilemediğim, göremediğim bir başlangıç.. Bu yola nerede başladığımı hatırlamasam da yolun biteceğinin farkındaydım ürkek adımlarımı diğer bir yaprağın üzerine atarken.

Nevşehir