Ana içeriğe atla

Gel de Çıldırma


Evet nerede kalmıştık?

Bir PTT macerasıyla daha buradayım. Bu sefer gönderiyle ilgili bir durum yok. Tabii ki kargo işlemim olsa bile asla PTT'yi tercih etmem. Bu kez durum başka. Konumuz HGS geçiş ihlali.

Geçen sene buraya gelirken, şanlıurfa ve gaziantep ücretli geçişlerinden geçmiştik. Aracımız yeni olduğundan henüz hgs hesabı açtırmamıştık. Fakat ücretli geçişlerden de geçtiğimizi farkedince, ilk 1 hafta gibi bir sürede hgs etiketi alsak da sorun olmayacağını öğrendik. Biz de hgs hesabını açtırdık fakat açtırdığımız plakanın son 2 hanesinin yerleri karışmış.

Cezamız geçen hafta gelince, dedim bizim hgs hesabımızın olması lazımdı, niye düşülmemiş ki bu ihlal. Çağrı merkezini arayınca görevli arkadaş ptt şubeden bu yanlışlıkla ilgili bir belge alın ve bize eposta yoluyla iletin dedi. Ben de maili cuma günü atabildim. Bugün de acaba işleme alınmış mı diye tekrar çağrı merkezini aradım. Bu sefer görüştüğüm arkadaş da bu hatanın sadece ptt şubelerinden düzeltilebileceğini söyledi. Haftaiçi, yapmam gerekenleri söyleyen arkadaş, beni yanlış bilgilendirmiş ve gerekirse ondan şikayetçi olursam, cezaya itiraz hakkım olan sürem dolsa bile cezanın geçerli olmayacağını söyledi.

Bu kadar şeyle uğraşacağıma cezamı ödeyip kurtulayım gibi bir seçenek de yok. Çünkü hgs hesabıma giriş yaptığımda herhangi bir ceza adıma görünmediği gibi, hesabımda 50 TL bile bulunmakta.
Bu arada geçiş bedelim 2+3 tl iken tam olarak 11 katı, 55 TL gelmişti.

Yıldım, bıktım artık. Bir yanlışlığın çözülmesi bu kadar mı çetrefilli olur anlamıyorum. Elbette hata yapılabilir, çalışılan her yerde yapıldığı gibi. Fakat neden bir çözüm mekanizması yok, ben bunu anlayamıyorum.

Onu da geçtim, PTT'de gişede memur olarak çalışıp da, bilgisayar üzerinde yapacağı rutin bir işte bile nasıl olur da güvenlik personelini çağırıp, bu işlemi buraya mı girip yapacağız diye sorabilir. Ve ben böyle bir durumda nasıl sağlıklı bir şekilde kalabilirim??? Nihayetinde pes ederek gidip gecikmeli zammıyla beraber ödedim. Üstelik çağrı merkezindeki arkadaşın yanlış yönlendirdiğini, onun hakkında da dilekçe yazmam gerektiği söylenince, Allah kahretsin deyip ödedim ve kurtuldum.

Yanlış plakaya kırmızı ışık ihlali yaptığımıza dair gelen trafik cezası var bir de. Çarşamba günü, öğlen saatlerinde geçildiğine dair. Üstelik bir görüntü bile olmadan geliyor bu ceza. Sonra da cezaya itiraz edebilmek için, o gün aracımızla oradan geçmediğimize dair bir kanıt bulmamız gerekiyor. kanıtlayamadığınız takdirde cezayı ödemek zorunda kalıyorsunuz çünkü.

Şükür ki, eşim o gün işe aracıyla gitmiş ve aracın görüntüsü de güvenlik kameralarınca görüntülenebilmiş. Tabii ki bunları güvenlikten almak yeterli değil. Mahkemeye gidip dilekçe de yazmanız ve sonucu beklemeniz gerekiyor.

İşin daha enteresan tarafıysa, bunu trafik şubedeki bir memur arkadaşa söylediğimizde, önce cezanızı ödeseydiniz. Zaten siz haklıysanız ceza bedelini size iade ederlerdi dedi ve tabii ki kan beynime sıçrayarak, ne saçmalıyorsun sen diyemedim.

Çünkü buralardaki mantık bu. Cezanı sorgulamadan öde sonra yetkili kişiler haklılığına kanaat getirirse, bir zaman gelince iadeyi de yapar.

Tıpkı türktelekom internet aboneliği iptali konusundaki gibi. Oturduğumuz binanın altyapısı olmadığı için anlaşma süremiz sona ermese bile oluşacak cezayı ödemeye gerek kalmıyor. Tabii bu olsa olsa parallel evren gibi bir yerde gerçekleşir diye bekleriz ama çok şükür ki bunu da halledebildik.

O zaman da bize, siz 600 küsur lirayı ödeyin biz size iadesini yaparız. Hıhı tabii canım, nolacak mı diyeceğim. Demedim. Ve 5 kuruş ödemeden iptal edildi aboneliğim.

İptal edene kadar çağrı merkeziyle yaşadığım problemleriyse yazmaya mecalim kalmadı.

Hasıl-ı kelam, eğer sevmediğiniz birine beddua etmek istiyorsanız Allah seni ttnet aboneliğini sözleşmen bitmeden iptal ettirmek zorunluluğunda bıraksın ya da plaka hatası yüzünden senin olmayan cezaların, senin olmadığını ispatlamak zorunda bıraksın demek de oldukça ağır bir beddua çeşidi olduğunu düşünüyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Epey Zamandan Sonra

Ne kadar zaman olmuş blog'uma uğramayalı, Aslında hep aklımdaydı ama vakit ayıramadım, üşendim belki de bi'şeyler yazmak için.. Belki de özel kalsın diye paylaşmak istemedim bilemiyorum. Bahsetmeye bir yerden başlamak gerekirse, bir yıl öncesinde gerçekleşmesi, kısa vadede imkansız diye baktığım kararlar aldım. Öncesinde bir erkek arkadaşım bile olmamışken, bir yıl dolmadan, tanışıp evleniverdik Eşimle... Rabbim'e binlerce hamd olsun ki, bu kısa vadede nasıl çok özel biri olduğunu görebildim... Bana çok kıymet veren, her manada mutluluğumu, şahsi mutluluğundan önde tutan, şefkatle ve en önemlisi merhametle sevebilen biri... Rabbim ondan Razı Olsun İki Cihanda da. Hamd olsun, düğün dernek işleri derken bitiverdi hepsi.. Sonrasında balayı için Kaş' a uçtuk. Sakin, kalabalıktan uzak, çok şirin ve manzarasına hayran olduğumuz bir butik oteli tercih ettik. Antalya Havalimanına epey uzakta olması sebebiyle araba kiralamadan ulaşımın pek uygun olmayacağ

Nefsimin Cimri ve Bencil Tutkulari

Icimde bir sey var. Nasil tarif edebilecegimi bilmiyorum fakat dilim dondugunce anlatmak istiyorum bu duyguyu. Sanirim yazdikca ben de daha iyi anlamis olacagim. Bir zaman geliyor, elime hayir edebilmek icin bir firsat geciyor. (Allah kabul etsin maksadim kendimi iyi bir insan olarak gostermek degil. Bunun için vermiyorum bu ornegi. ) O hayri Allah nasip ederse gerceklestiriyorum fakat sonrasinda daha fazla sey yapmak adina olan dusuncelerimi bir yanim engelliyor. Ne yalan soyleyeyim, sanki icimdeki bir duygu "tamam, abartma, bu kadar yeter iste"  diye frenleyerek ve ustelik bu frenlemeye de hakli bahaneler bulmaya calisarak beni rahatlatmaya calisiyor. Ben de bu icimden coskun bir sekilde gelen iyilik yapma gudusu ve "tamam, abartma ya da boşver basina is alma" gibi duygular arasinda gidip geliyorum.  Itiraf etmem gerekirse sanirim icimde olan cimrilik bunlara engel oluyor. Sadece maddi anlamda degil. Manevi anlamda da cimri sayilabilecek biriyim denilebili

Çocuklar Ve Yaşlılar

İletişim halindeyken, kendimi en rahat hissettiğim, bir sonraki cümlemde nelerden bahsetsem, şunu desem yanlış anlar mı, bunu söylesem benim hakkımda başka bir fikre kapılır mı, konu nasıl ilerler, ne dersem de muhabbet döner gibi sorulara,kaygılara lüzum bulmadığım iki gurup insan oluyor hayatımda. Biri çocuklar, biri yaşlılar. Bıkmadan usanmadan, karşımdakinin niyetini anlamaya çalışmadan fütursuzca, konuşabildiğim, zamanın nasıl aktığını anlamadığım bu iki insan gurubunu çok seviyorum. Onlarla geçirdiğim zamanda konunun nasıl ilerlediğinin bile farkına varmıyorum. Genelde soru soran taraf ben ve çoğunlukla yanıt almaya çalışan taraf da ben olarak ilerliyor muhabbetlerimiz. Bu iki gurup da sorulara yanıt vermekten oldukça memnun oluyorlar nedense. Sanırım ilgilenildiklerini hissetmeleri, kendilerini de iyi hissettiriyor. Allah rahmet eylesin, babaannemle ve dedemle öyle konuşurduk ki. Kendi annesi olmasına rağmen Babama bile fenalık gelirdi bizim uzun muhabbetlerimizde

Oje

buz mavisi rengindeki ojemi fark ettim az evvel. uzun zamandır kullanmamaktan mütevellit arka köşelerde kalıvermiş. beğenerek almıştım halbuki. ama nedense sonradan bir tuhaf gelmeye başladı rengi. sıkıldığımı düşündüğüm, hatta niye almışım ki bu rengi diye söylendiğim anlar oldu. pişman oldum ve yalnız bıraktım onu. yine de atmaya kıyamadım, eski yaşanmışlıklarımızın hatırına. ondan vazgeçtiğimi sandığım zamanlarda, karşılaştığım farklı tonlardaki mavi ojelerimi alırken onu unutmaya başladığımı hatırlıyordum. şimdi de uzun zamandır sürmediğim tırnaklarıma yeniden sürmek istedim ojelerimi. hangisini sürsem derken, kenarda kıyıda kalan, az kullandıklarımdan süreyim de ziyan olmasın istedim. derken bizim buz mavisi takıldı gözüme. iyi dedim, kullanayım da bitsin. tırnaklarımın üzerine fırçayı ilk sürdüğüm ana kadar hala endişe vardı. ya beğenmezsem? aman canım siliveririm gider diye düşündüm. derken ilk katı sürmeyi bitirdim, hala bir memnuniyetsizlik ol

Hayırlı Eş...

Gecen is yerinde bir ogle yemeginde konusu acilmisti evliligimin. Simdiki yapilan evliliklere gore erken bir evlilik olarak goruluyor sanirim ki, merak ediliyor. En cok sorulansa, o kadar kisa surede birbirimize nasil guvenebildigimiz, sirrinin ne oldugu oluyor. Oysa kismetten baska cevap veremiyor insan. Cunku hakikaten Allah'in nasip etmesinden baska bir sey degil basimiza gelenler. O kadar kisa surede birbirimize isinabilmemiz, guvenebilmemiz, iliskimiz icin onlarca fedakarlik yapip ve bir onlarca kadar riski goze alip evlilige kadar gelebilmesinin ozel bir formulu falan yok. Fakat dusunuyorum da, yaklasik bir bucuk yil kadar evvelinde yasadigim karamsarliklar, korkular, belirsizlikler hepsi ne kadar da uzagimda kalmis dualarimin sayesinde. Ha illa bir formul bekleniyorsa, dua'dan baska bir secenek gelmiyor aklima. Ozellikle anne baba duasi... Onlarin dualarini aldigimin o kadar farkindayim ki, yasadigim cogu seyin yolunda gitmesinin, olmaz dedigim seyletin oluverm

Duvarlar

Sustu. Sonra da yazdı hep. Ergenlik dönemindeki buhranlarında da bu böyleydi, 9 yaşındayken günlüklerine başladığında da. 20'sine geldiğindeyse hala aynıydı... O zamanlar mahallede pek akranının olmayışı böyle yapmıştı belki de onu. Ya da aylak adamlığındandı.  Arada sırada yakınsa da, o bu durumdan memnundu ya da itiraf edemese de, memnun olduğuna kendisini ikna etmeye çalışıyordu. Karşılaştığı insanlar böyle yapmaya itmişti onu belki de. Belki de koyduğu bu duvarlarla, onların kendisine daha az zarar verebileceğini düşünüyordu. Kısmen haklıydı da. Artık insanlar tarafından daha az inciniyordu, söyledikleri yalanları, vaat ettikleri boş hayalleri daha az duyuyordu ve artık insanlar tarafından aldatılmıyordu ama duvarın arkasında tek   başınaydı . Bu tek başınalığın üstesinden gelebilmek için de, oyuncaklarına, kitaplarına, resimlerine ve günlüklerine veriyordu kendini. Tüm bunların da mutlu olmak için yeterli olmadığını o da anlıyordu. Üste

Kendinle Kalırsın

İzlemek için sonraya sakladığım filmlerdendi Forrest Gump. Ve bugün de ancak sıra gelebildi ona. Filmin bir sahnesinde, çözümleyemediği dertlerindenden sonra, içinden birdenbire gelen koşma isteğiyle dünyayı turlarken buluyordu kendini. Ben de sıkıntımın olduğu zamanlarda, birilerinden çok beni benim anlayacağımı düşündüğüm için hemen kendimle randevulaşırım. Bu randevularımda, kendimle muhakememi yaparken diğer insanları gözlemlemeyi de çok severim. Hasılı kelam, en iyi fırsat da tempolu yürüyüşlerim oluyor. Kalabalık caddelerden geçerken başka, tenha dar sokaklardan geçerken başka insanlar, başka başka düşünceler. Sonuysa hep aynı. Hep kendinle kalma'ya çıkan yollar... O caddelerden, o sokaklardan kimi zaman hüzünle, kimi zaman sevinçle, kimi zaman umutla da geçsek, hep kendimizle kalıyoruz. Umutlarımızı, hayallerimizi birileri üzerinde bırakmamak gerek. Bir gün onların da o başka insanlardan olabileceği ihtimalini unutmamak gerek. Ve onlar başka insanla

Deniz

yüzme bilmediğim halde boyumu aşan bir derinlikte karadenizin yükselen dalgalarına rağmen sadece ona sarılmaktı güven ve her halükarda oradan sağ salim çıkacağımı bilmekti. şimdilerdeyse az bulabildiğim çoğu kez yitirdiğim bu duyguyu beyhude bir çabayla başka insanlarda arayıp, bulamayınca da yalnızlık diye afillendirmekti belki de. belki de yanlış bir denizde, yanlış kişilere sarılıyor olmaktı sorun. sorun belki de bendim hala. çünkü ben bu yaşıma rağmen hala yüzmeyi bilmiyordum. ve bu yüzden alışamamışım bir türlü yükselen dalgalara... alışamadığım yükselen dalgaların yanı sıra dokunamadığım uzaklıklardaki dubalarsa aşmamam gereken engellerdi, hayatımın sarı çizgileriydi, ben başka denizler görmek isterken ve onlardan ötesi yoktu bana. oysa onlardan olmak, öteki olmak o kadar yakındı ki bana. şimdiyse kulaç atmayı becermiş gibiydim yalnız kalmak zorunda olunca. bedenime ahtapot misali doladığım kulaçlarımla bazen batmayı, nefessiz kal